MODERN DANS TARİHİNE BİR BAKIŞ
Yazan: Nurhan Nebioğlu
Modern Dans 20. yüzyılın başında klasik balenin tam olarak kök salmadığı ABD ve Almanya’da gelişmiş bir dans formudur. Bu dönemde Batı’nın girdiği derin bunalımın sonucunda, kendini yeniden tanımlama arayışı -ABD ve Almanya bağlamında- dans alanında yeni bir anlatım formu olan modern dansın doğuşuyla sonuçlanmıştır. Modern dans bu dönemde baştan başa Batı dünyasının teatral dansının da doğasını değiştirmiştir. Bunun yanında modern dans kökleşmiş akademik gelenekleri kullanmayı reddederek, bütün dansların kaynaklarından doğrudan kesitler almıştır. Bu yolla modern dansın öncüleri, Avrupa’da Rönesans’tan beri gelişen klasik akademik dansa başkaldırarak, 20. yüzyıl Avrupasında kendilerine saygın bir yer edinmişlerdir.
Klasik bale özellikle Fransa, İngiltere ve Çarlık Rusyasında gösterdiği gelişmeye rağmen Almanya’da fazla yaygınlaşmamıştır. Amerikan toplumu ise sanatsal bir form olarak klasik bale ile ciddi anlamda ancak 20. yüzyılın başında Avrupalı klasik bale gruplarının turneleriyle tanışmıştır. Amerikan balesinin standartları nispeten Rus klasik bale dansçısı Anna Pavlova’nın bu ülkeye gelmesiyle yükselebilmiştir. Dolayısıyla bu ortamda ABD ve Almanya’da yeni ve akademik olmayan bir dans formunun kabul görmesi diğer Avrupa ülkelerine göre çok daha kolay olmuştur; bu toplumlar modern dansı belirgin bir ilgiyle karşılamışlardır.
Modern Dans ve Modernizm
Yeni bir sahne formu olarak modern dans büyük oranda Batı kaynaklı modernizm ile ilintilidir. Modernizmin temeli ise Aydınlanma hareketi ile ilişkilendirilmektedir. Aydınlanma 17. ve 18. yüzyıllarda feodal toplum yapısına ve dinsel dünya görüşüne karşı, tarih sahnesine yeni çıkan bir sınıf olan burjuvazinin yönettiği bir harekettir. Aydınlanma, metafiziğe dayalı dünya görüşüne karşı bir başkaldırıyı da içermektedir. Aydınlanma hareketi insanlığın eleştirel akıl yolu ile batıl ve dinsel olandan kurtulmayı hedeflemiştir. Böylece insan kendi özgür iradesiyle hareket imkanına kavuşmuştur.
Rönesans’la birlikte ivme kazanan iktisadi ve teknolojik gelişme Avrupa anakarasında toplumsal (Fransız İhtilali, sanayileşmenin hızlanışı) ve kültürel (din, bilim ve sanatın birbirinden ayrışması süreci) hayatta köklü dönüşümlere sebep olmuştur. Bütün bunlar modernite projesinin oluşmasıyla sonuçlanmıştır. Modernleşme kavramı aynı zamanda toplumsal düzlemde var olan kurum, fikir ve örgütlenmelerin sorgulanmasıyla ilişkilendirilmiştir.
Modernizmle birlikte oluşan yaşam tarzı, Batı’yı daha önce hiç olmadığı kadar geleneksel toplum düzenlerinin tümünden koparmıştır. Bir aydınlanma projesi olarak modernizm doğrusal bir ilerleme anlayışı üzerine temellenir. Başlıca unsurları ise ulus-devlet, kapitalizm, teknoloji, ussallık ve bilimsel bilgi olarak sıralanabilir.
Bütüncül bir proje olarak modernizmin sanattaki yansıması 20. yüzyıl başında Avrupa’da ardı ardına ortaya çıkan akımlar oluşturmuştur. Tarihsel avantgarde olarak nitelenen Dışavurumculuk, Dada, Gerçeküstücülük ve Bauhaus gibi akımlar modernizmin doruk aşamasını teşkil etmektedirler.(1)
Dansta modernizm ise Isadora Duncan, Loie Fuller ve Ruth St. Denis gibi öncü koreograf ve dansçının kendi bireysel düşünce ve ifadelerini akademik biçimin reddi üzerine kurmasıyla ilişkilendirilmektedir. Sally Banes, modern dansın tutkusunun ilkel (primitivist) ve modernist olduğunu belirterek, şöyle devam etmektedir: Yerçekimi, uyumsuzluk ve vücudun güçlü yataylığı, koreografların bir gözlerini gelecekte tutarken diğerleriyle batıya özgü olmayan kültürlerin ritüel danslarından seçmeler yaptıkları gibi, modern yaşamın keskinliklerini tanımlamak anlamına gelirdi. (2)
20. yüzyılın başında Alman ve Amerikalı dans öncüleri birbirinden bağımsız olarak yeni dans formu arayışlarına girmişlerdir. Bu iki gelenek aynı zamanda karşılıklı ilişkiye de geçmiştir. 1900’lerin başında Isadora Duncan ve Ruth St. Denis’in Almanya’da sahneye çıkmaları, bu ülkede büyük etki yaratmıştır. Bu sanatçılar iki kıta arasında köprü görevi görmüşlerdir. İki geleneğin kesişmesi sonucunda Almanya’da modern dansın yorumu olan dışavurumcu dans hareketi (German Dance veya Ausdruckstanz-Anlatım Dansı olarak da adlandırılır) yaygınlık kazanmıştır. Manning, Alman ve Amerikan kökenli modern dans gelenekleri hakkında şu yorumu yapmaktadır: Isadora Duncan, Mary Wigman, Kurt Jooss ve Martha Graham gibi koreograflar farklı bir tarz geliştirmelerine rağmen hareketin biçimsel değerlerini, toplumsal bağlamından ayırmayı reddetme konusunda birleşiyorlardı. Aslında modern dans, Almanya ve Amerika’da yalnızca kendine-yeterli bir ifade aracı olarak değil, aynı zamanda egemen toplumsal değerleri yıkmak ve belki de dönüştürmek amacıyla doğdu…Ama ister ütopik ister yüzleştirici olsun modern dans, Amerika ve Almanya’da toplumsal misyonunu biçimsel misyonu kadar önemsedi. (3)
Sömürgecilik, Oryantalizm ve Modernizm
Haçlı Seferleri, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethi ve Arapların İspanya’dan çıkarılması gibi tarihsel olaylar Avrupa toplumsal belleğinde Doğu hakkında derin izler bırakmıştır. Napolyon’un 1798 Mısır seferi ise, Oryantalizmin doğuşu açısından belirleyici bir konuma sahiptir. Napolyon’un beraberinde getirdiği bilim adamları ve sanatçıların Mısır tarihi üzerinde yaptığı araştırmalar Batı’da bu kültürün daha fazla tanınmasına yardımcı olmuştur. Said, Napolyon’un Mısır seferi sayesinde güçlü bir kültürün, diğerini bilimsel yolla kendine mal ettiğini belirtmekte ve bu durumun bugünkü kültürel ve siyasal bakışımızı belirlediğini vurgulamaktadır. (4) Giderek artan Şark araştırmaları nedeniyle Batı’da birçok ülkede Oryantalist dernek, kurum ve yayınlar çoğalmıştır. Sömürge kültürel mirasının zaman içinde Batı müzelerine taşınmasıyla da, Doğu’nun bilgisi Avrupa kültürünün bir eklentisi haline dönüştürülmüştür.
Avrupa’da 16. yüzyıl öncesi dini amaçlarla yazılan seyahatnamelerle, sonraki yüzyıllardaki seyahatnameler, önemli farklar taşımakta ve Batı’da gelişen ve dönüşen toplumsal ve kültürel yaşamın bir yansımasının izlerini de taşımaktadırlar. Bunda Doğu-Batı arasındaki ticaretin ve kitle iletişim araçlarının gelişmesinin yanında seyahat/gezi fikrinin doğmasının da payı büyüktür. Bu seyahatnameler aracılığıyla Avrupa ötekileştirdiği Doğu’yu tanıma fırsatı yakalayarak, onunla yüzleşme olanağı bulmuştur. Yaşanan etkileşme sanatsal üretim alanında da ifade şeklini bulmuştur. Esas olarak Ortaçağ’dan beri Doğu’ya ait imgeler Batı sanatında kullanılmıştır. 19. yüzyılda Oryantalist düşüncenin kurumsallaşmasıyla birlikte ise Doğu’ya duyulan egzotik merak Batı toplumunda giderek daha fazla talep görmüştür. Bu anlamda Doğu ile karşılaşma Avrupa kültürünü biçimlendiren ve toplumsal belleğini oluşturan unsurlardan biri haline gelmiştir.
Batı’da yaratılan ve sanat pratiği ile desteklenen Doğu’nun barbar kimliği ve geri kalmışlığı mitosu ise, bu kültürlere müdahaleyi de haklı gösteren bir durum yaratarak, Doğu’yu ıslah edilmesi gereken yoz, despot ve barbar olarak kurmuştur. Sonuçta Batı’da geliştirilen Oryantalist sanat Batı’nın emperyal, sömürgeci fikirlerine hizmet eden ve meşruluk kazandıran anlayışına hizmet etmiştir.
Modernleşme süreci Batı’da anlaşıldığı biçimiyle dünyanın her yerinde eşit hızda gelişme kaydetmemiştir. Batı bu dönemde kendini şekillendirme sürecinde kendi dışındaki toplumlarla genel ve öncelikli olarak bir egemenlik ilişkisine girmiştir. Bunu yaparken kullandığı söylem tarzı ve yöntemlerden birisi ise Oryantalizm olmuştur. Oryantalizm bir anlamda sömürge doktrini olarak da işlev görmüştür. Batılı emperyalist öznenin kuruluşu Oryantalizm meselesine gizlenerek oluşturulmuştur.
Sömürgecilik Avrupalı ve Avrupalı olmayanlar arasındaki bağlantıyı hiç olmadığı kadar genişleterek daha önce görülmemiş boyutta imge ve bilgi birikimi yaratmıştır. Doğal olarak Sömürgecilik, Batı’da var olan mevcut bilgi birikimini yeniden şekillendirmiş ve sömürgeci tecrübenin sızmadığı ve bulaşmadığı hiçbir alan bırakmamıştır. (5)
Modern dans öncüleri, kendilerini yeniden tanımlamada ifade aracı olarak dansı kullanırken yararlandıkları kaynak kendi bedenlerinin yanında öncelikli olarak içinde yer aldıkları toplum olmuştur. Tarihsel olarak bütün maddi ve kültürel üretimlerde olduğu gibi bütün dans kategorileri de kendi kültürel temellerinden koparılamaz. Bu konuda Mary Wigman şunu söylemektedir: …Modern dansta karşımıza çıkan biçim, herhangi bir insanın herhangi bir amaç için bulduğu biçim değildir. İçinde yaşadığımız toplum ve çağın ürünüdür….(6)
20. yüzyılın bir ürünü olan modern dans içinde bulunduğu toplumdan bağımsız olarak gelişme kaydetmemiştir. Bu anlamda modern dans öncüleri, kendi özgün dans formlarını oluştururken onlara sağlanan geniş yelpazeden yararlanma olanağına sahip olmuşlardır. Klasik balenin katı kuralcılığına tepki olarak doğan bu yeni dans biçemi kaynaklarını Batı kültürünün tüm öğelerinin yanı sıra Afrika, Afro-Amerikan geleneği, Kızılderili Dansları, Japon sanatı, Pasifik yerli halklarının dansları ve Hint tapınak dansları gibi çok çeşitli alanlardan almıştır. Örneğin Martha Graham’ın hayal gücünü besleyen şeylerden bazıları Zen Budizmi, Hint Felsefesi, Carl Jung’un analitik psikolojisi, Antik Yunan, Japon ve Ortadoğu sanatı, efsaneler, mistik varlıklar ile Sappho ve Haiku’dan Eliot’a uzanan şiir sanatı olmuştur. (7) Çalışmalarında Oryantalizmin ciddi etkilerini barındıran modern dans öncülerinden olan Ruth St. Denis ve Ted Shawn birlikte kurdukları Denishawn topluluğunda Delsarte egzersizleri, Dalcroze eurhytmics, Klasik Bale, Kızılderili dansları ve Alman dansının yanı sıra Hint, Japon ve Çin dans teknikleri gibi Doğu dans çalışmaları da gerçekleştirmişlerdir.
20. Yüzyıl Alman Dışavurumcu Dans Geleneği
20. yüzyılın başında Alman dışavurumcu hareketinin toplumsal düzlemde özellikle sanat alanında büyük etkisi olmuştur. Alman dışavurumcu dansı biçimlendiren kişilerin başında ise Rudolf von Laban gelmektedir. Ona göre dans toplumsal misyonunun bilincinde olmalı ve toplumu yönlendirerek ileriye taşımalıdır. Laban araştırmalarında insan bedeninin temel hareket yasaları üzerine yoğunlaşmıştır. Laban’ın geliştirdiği dans yazım tekniği (Laban Notasyonu), dansın yanında tiyatro ve spor gibi birçok alanda halen kullanılmaktadır. Laban choreutics ve eukinetiks hareket teorileri üzerine gerçekleştirdiği çalışmaların yanı sıra, bedensel hareketi mekan, zaman ve enerji kategorilerine ayırarak dansa kuramsal alanda önemli katkı sağlamıştır. Alman dansının diğer önemli iki ismi Mary Wigman ve Kurt Jooss da onun öğrencisi olmuştur.
Alman dışavurumcu dansının 20. yüzyıldaki bir diğer önemli temsilcisi ise Mary Wigman’dır. Onun modern dansın sahneleme biçimine önemli katkıları olmuştur. Eserlerinin çoğunda müzik kullanmayan Wigman; dekor yerine sadece arka fon perdesi tercih etmiştir. Bunun yanında Wigman’ın dans anlayışı Laban’ın eşitlikçi dansına göre daha seçkinci olmuştur.
Kurt Jooss’un 1927 yılında Essen’deki Folkwang Yüksek Okulunu kurması Alman dansında önemli bir dönüm noktası olur. Bu okul Pina Bausch gibi günümüz Alman dans tiyatrosunun önemli kişiliklerini yetiştirir. Jooss’un koreografi anlayışı yoğun olarak pandomim unsurlarını da içermiştir. Koreografilerinde Laban’ın hareket analizinden yararlanan Jooss, teknik olarak klasik bale ve modern dans arasında belirli bir birliktelik sağlamaya çalışır.
Naziler 1932 yılında Almanya’da iktidara geldiğinde bütün modernist sanat formları üzerine baskı uygulanmaya başlar. Bu dönemde birçok değerli bilim insanı ve sanatçı Almanya’yı terk etmiştir. Ausdrucktanz (Alman Dansı) ise ironik bir biçimde Naziler tarafından propaganda aracı olarak kullanılmak üzere benimsenmiştir. Laban, Nazilerin gövde gösterisine dönüşen 1936 Berlin Olimpiyatları’nın açılışı koreografisini gerçekleştirmiş ve Wigman da bu hareketlerin uygulayıcıları arasında yer almıştır. Nazilerin yenilgisiyle sonuçlanan 2. Dünya Savaşı sonrasında ise Alman modern dansı faşizme verdiği destekten dolayı eski itibarını kaybetmiştir. Bu dönemde Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılan Almanya’da klasik bale yeniden popüler olmuştur. Aynı yıllarda Jooss Almanya’ya geri dönerek yeniden Folkwang Yüksek Okulu’nun başına geçer.
Modern Dans ve Kadın
Modern dans ortaya çıkışı itibariyle esas olarak kadın sanatçıların öncülük ettiği bir harekettir. Isadora Duncan, Maud Allen ve Loie Fuller ile birlikte Ruth St. Denis erken dönem modern dansın öncülerindendir. Duncan ve Allen danslarında Antik Yunan formları üzerine araştırma yapmışlardır. Onlar üzerlerinde basit bir tunik ve Antik Yunan vazo,fresk ve rölyeflerinden esinlendikleri hareket biçimleriyle sahnede yalın ayak dans ederek seyirciyi o ana dek hiç alışık olmadıkları bir dans biçimiyle tanıştırmışlardır. Duncan daha sonra Sovyetler Birliğine geçerek uzun bir dönem dans çalışmalarını bu ülkede sürdürür. Ülkesi Amerika’ya döndüğündeyse bu tutumundan dolayı dışlanır. Antik Yunan’a duydukları ilginin yanında Allen ve Fuller ‘Salome’ gibi Doğu’ya ait egzotik konuları da işlemişlerdir. Salome teması, özgür ve isteklerini açıkça söyleyen kadın imgesinde, 20. yüzyıl başında kabuğunu kıran kadın hareketi için de bir sembol olmuştur.
Bunun yanında modern dansçılar klasik bale sahnelerine egemen olan Viktorya tarzı – utangaç ve bakire- kadın imgesine de başkaldırırlar. Başlangıçta vücutlarını korseyle örten ve temsiller veren bu dansçılar zamanla, korseden sıyrılarak vücutlarını özgür bir şekilde kullanmaya başlamışlardır. Modern dansın Amerika’daki tarihi aynı zamanda kadının toplumsal düzlemde kendini var etme tarihiyle de bu anlamda örtüşmektedir. Modern dans aynı zamanda erkeğin dans koreografisini gerçekleştirdiği, kadının ise verili adımları uygulayan kişi ötesine gidemediği yapıyı da kırmıştır. Yeni dans hem erkeğe, hem de kadına geniş hareket alanı ve özgürlük sağlamıştır. Modern dans öncüleri Doğu’nun tinselliğini dansa sokarak kadın bedeninin sahnede dans yolu ile betimlenmesini saygın bir yere oturtmuştur.
Modern Dansın Tarihsel Kökleri
Modern dans özgün bir form olarak klasik baleye karşı gelişiminde argüman olarak yeni hareket formlarına ihtiyaç duymuştur. Bu anlamda önemli bir kaynak da Doğu’nun yoğun olarak dansı barındıran, simgesel anlatımlı, gelişmiş ve karmaşık bir dil ortaya koyan gösterimi oluşturmuştur. Doğu sahne gösteri sanatlarında,
Batı sahne gösteriminde yaşanan dinsel olanla bağların ayrışması durumu henüz gerçekleşmemiştir. Bütün Doğu dramları tinsellikle olan bağlarını koruyarak günümüze kadar gelmişlerdir. Barın’a göre, ressam ve müzisyenler için İtalya’dan esinlenmek ne denli önemliyse, yirminci yüzyıl dans dünyası için Doğu’dan esinlenmek de bir o kadar önemlidir. (8) Bu anlamda Barba’nın da temel olarak ifade ettiği gibi Doğu ve Batı kültürleri arasında baştan çıkarma, taklit ve alışveriş karşılıklı olagelmiştir. (9)
Doğu’lu dansçılar genellikle çıplak ayakla ve dizleri bükük bir şekilde dans ederler. Bu durum modern dans ile benzerlik taşıyan en önemli özelliklerden biridir. Klasik bale tekniğine tepki olarak dizlerin yaygın olarak bükük kullanımı ve çıplak ayakla dans, modern dansın ortaya çıkışında ayırt edici bir nokta teşkil etmiştir. Bunun yanında bir diğer ortaklık ise bedenin yerle olan ilişkisi ve düşme-kalkma biçimlerinde de gözlenmektedir.
Amerikan modern dans öncüleri arasında Doğu kültürü ve gösteri sanatlarından en fazla yaralanan ve etkilenen dansçılardan biri Ruth St. Denis olmuştur. St. Denis sıradan Amerikan seyircisine, kendi maneviyatını besleyen Doğu’nun egzotik çekiciliğini sunmuştur. Doğu kültürünü kendi konum ve dansını yaratmada önemli bir unsur olarak kullanan St. Denis, ilk dönem eserleriyle aynı zamanda Amerika’da gelişen Oryantalist söylemin de bir parçası konumuna gelmiştir. Bu dönemde sahnelerde Doğu’dan esinle bu tür danslara büyük ilgi gösterilmiştir. St. Denis’in özellikle Hint dansı ve dinine olan ilgisiyle birlikte geliştirdiği koreografileri Amerika’da Doğu’ya ve olan ilgiye paralel olarak gelişmiştir. St. Denis’in Amerika’nın bir çok yerine gerçekleştirdiği turneler ile, ilk kez modern dans ve Hint dansı ile tanışan halk kitleleri, sunulan temsilin gerçek Doğu’yu temsil ettiğini tasavvur etmişlerdir.
St. Denis’in yaratılarındaki Doğu öğesinden beslenen kostüm ve efektler seyirciyi büyüleyerek onun Oryantalist tutkusunun görünümünü sunmuştur. Bu durum böylece Amerikan toplumunda zaman içinde toplumsal belleğe yerleşen Doğu dansına ait tasavvurların gerçek tasavvurlar olarak algılanması ve yeniden üretilmesine olanak sağlamıştır. St. Denis, Amerikalı bir kadın olarak dansında, Doğu kültürünün dünyevi yanından çok mistik yönünün yorumlanmasıyla ilgilenmiş ve kendi dansçı ve performansçı kişiliğini bu yolla geliştirmiştir.
Başlangıçta Denishawn topluluğunun dansçılarından biri olan ve daha sonra kendi topluluğunu kuran ikinci nesil modern dansçılardan Martha Graham da, geliştirdiği kasılma (contraction) ve gevşeme (release) tekniğinin yanı sıra hareket üretiminde Doğu dansı ve kültüründen yararlanmıştır. Susan Au’ya göre kasılma (contraction) hareketi dansçıyı kendi merkezine odaklar ve bu korkunun, üzüntünün, geri çekilmenin veya içe dönmenin iması olarak kullanılır.(10) Bunun yanında Graham doğadan esinle, tekniğinde spiral gibi hareketlerin yanında, Delsarte prensiplerinden de yararlanarak gerilim (tension) ve rahatlama (relaxation) gibi ifadeleri kendi hareket tarzına uyarlamıştır.
Graham’ın dans tarzının ilk evreleri açıkça St. Denis’in Oryantalist öğeler barındıran çalışmalarından etkilenmiştir. Graham ışık tasarımı, sahne, kostüm ve dekor kullanımında St. Denis’ten çok şey öğrenmiştir. Doğu danslarının yerle olan ilişkisini kendi adıyla anılan dışavurumcu ve öykücü anlatım tekniğine yerleştiren Graham, aynı zamanda beyaz olmayan dansçılarla çalışan ilk koreograflardan biridir. Graham aynı zamda sahne tasarımında yalın ve simgesel dekorlar kullanmıştır. O, Amerikalı-Japon sahne tasarımcısı Isamu Noguchi ile uzun yıllar çalışma fırsatı bulmuş ve Nogushi’nin onun için gerçekleştirdiği dekorlar anlatımı güçlendirerek koreografiye asal unsur olarak katılmıştır.
Doğu’ya olan bu ilgi sonucunda Batı’da modern dansın doğuşuna tanıklık eden ve bu dansın asal öğelerine Batılı olmayan, farklı kültürlerin mayasını aşılayan öncüleri dansın doğasını baştan aşağıya değiştirmişlerdir. 20. yüzyılın başında yoğun olarak yaşanan bu etkileşim sürecine benzer bir şekilde 1960 sonrasında da görülmüştür. Batı toplumunda yaşanan her tarihsel krizin sonucunda yöneliş her defasında kendi dışına doğru olmuştur. Bu dönemde Sömürgeciliğin gerilemesi ve hızlanan iletişim ve dolayısıyla insan ilişkileri sonucunda Doğu kültürüne olan ilgi yeniden artmıştır. Bunun yanında giderek daha fazla sayıda sanatçı Doğu’yu bizzat deneyimleme şansını yakalamıştır. 20. yüzyılın modern dans öncülerinin açtığı yol günümüzde dans alanında tüm kültürel yapı ve pratiklerinin iç içe geçtiği bir ortamın doğması açısından da önemli bir rol oynamıştır.
KAYNAKÇA:
1) Candan, A., (2003), Yirminci Yüzyılda Öncü Tiyatro, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s.61.
2) Banes, S., (1987), Terpischore in Sneakers, Wesleyan University Pres, Middletown, Connecticut, s.xiii.
3) Manning, S. A., (2002), Amerikan Bakış Açısıyla Dans Tiyatrosu, (Çev. Z. Kutluata- C. Yalaz), Dans Müzik kültür Folklora Doğru Çeviri Araştırma Dergisi 64: 193-219.
4) Said, Edward W., (2004), Şarkiyatçılık, Metis Yayınları, İstanbul, s.52.
5) Loomba, A., (2000), Kolonyalizm Postkolonyalizm, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,s.78-79.
6) Barın, N., (1999), Batı Dans Tarihi, T. C . Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s.163.
7) Leatherman, L. (1962), Portrait of an Artist Martha Graham, Faber and Faber, London, s.38.
8) Barın, s. 151.
9) Barba, E., (1994a), Avrasya Tiyatrosu, (Çev. H. Bahçeli, H. Gürel), Mimesis Tiyatro/Çeviri- Araştırma Dergisi, 5: 73-78.
10) Au, S., (1988), Balet & Modern Dance, Thames and Hudson, London, s.120.